Yenikapı İstasyonu’nun Sıradışı Öyküsü

Ada Kocabaş, aynı zamanda babası olan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç. Dr. Ufuk Kocabaş ile 2005’ten beri Yenikapı’da sürdürülen kazı çalışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

02-450x253

Ada Kocabaş: Merhaba. 2004 yılında İstanbul’un en önemli ulaşım projelerinden biri olan Marmaray – Metro projeleri kapsamında Yenikapı’da büyük bir kurtarma kazısına başlanıldı. Siz de İstanbul Üniversitesi’nin başlattığı Yenikapı Batıkları Projesi’nde çalışıyorsunuz. Avaz Dergisi okuyucularına öncelikle Yenikapı Batıkları Projesi’ndeki görevinizi anlatır mısınız?

Ufuk Kocabaş: Bugün yüzbinlerce İstanbullunun alelacele gelip geçtiği Yenikapı istasyonun sıradışı yapılış öyküsü pek çok yönüyle her zaman hatırlanacak. İstanbul Üniversitesi uzmanları olarak bu projeye dâhil olmamız 2005 yılında ilk batık geminin ortaya çıkması ile oldu. Ben de bir sualtı arkeoloğu ve konservasyon uzmanı olarak, 2005-2008 yılları arasında İstanbul Üniversitesi (İÜ) Yenikapı Batıkları Projesi’nin Başkan Yardımcılığı ve Alan Direktörlüğü görevlerini sürdürdüm. 2008 yılından beri de projenin başkanlığını üniversitemiz adına sürdürüyorum. Ekibimiz uzman arkeolog, antik gemi eksperi, konservatör–restoratör gibi uzmanlardan ve stajyer öğrencilerden oluşmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde ve desteği ile çalışmalarını sürdüren ekibimiz kazı alanında belirlenen 37 adet Ortaçağ batığının 28 adedinin belgelenmesi, araziden kaldırılması ve koruma onarım çalışmalarının yapılarak bir müzede sergilenebilir hale getirilmesinden sorumludur. Ayrıca kurucusu ve başkanı olduğum İÜ Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Ana Bilim Dalı öğretim üye ve yardımcıları da bu dev projeye katkı sağlamaktadır. Yaklaşık 30 kişilik uzman grubundan oluşan ekibimiz, sekiz yıl aralıksız olarak saha çalışması sürdürmüştür. Bu süre zarfında ekibin bilimsel stratejisi, kullanılan metodolojinin geliştirilmesi ve araştırmanın bilim dünyasına makaleler, kamuoyuna ise belgeseller ile tanıtılması gibi bir dizi çalışmayı yönettim. Kazı çalışmalarının bitmesinin ardından ise kurmuş olduğumuz laboratuvarda batıkların koruma ve onarım çalışmalarının sürdürülmesinden sorumluyum.

foto

Ada Kocabaş: Kazılar öncelikle İstanbul’un hangi sahil alanlarında yapıldı?

Ufuk Kocabaş: Bizim “kurtarma kazısı’’ olarak isimlendirdiğimiz arkeoloji çalışmaları, Marmaray ve Metro istasyonlarının kurulacağı başlıca Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar gibi İstanbul’un tarihi semtlerinde gerçekleştirildi. Bu üç kazı alanında da İstanbul’un kadim geçmişine ışık tutacak pek çok kültürel kalıntı ile karşılaşıldı. Özellikle Yenikapı semtinde gerçekleştirilen arkeoloji kazılarında Bizans dönemine tarihlenen Konstantinopolis’in en büyük ticari limanlarından bir olan Theodosius Limanı’nın kalıntıları ortaya çıkarıldı. Bizans Deniz İmparatorluğu’nun en büyük ticari limanlarından biri olan bu liman MS 4-11. yüzyıllar arasında kullanılmış, özellikle Mısır’ın İskenderiye şehrinden gemilerle taşınan buğdayın deniz yolu ile nakliyesinde önemli bir rol oynamıştır. Limanın dolarak kullanılamaz hale gelmesinin ardından bölge Osmanlı Döneminde “Langa” olarak adlandırılmış ve bostan olarak kullanılmıştır.

ljljljlj

Ada Kocabaş: İstanbul’un en eski yerleşim alanı olarak bilinen ve günümüzden 8 bin yıl öncesine tarihlenen Neolitik yerleşim yerinin de Yenikapı’da olduğunu biliyoruz. Burada yapılan kazı çalışmalarında ilk İstanbullulara dair neler bulundu? Hangi uygarlıkların izlerine rastlanıldı?

Ufuk Kocabaş: Günümüzün Yenikapı’sından Bizans dönemi liman dolgusunun son tabakasına kadar yaklaşık 5 metrelik kültür tabakasında kazılar gerçekleştirilmiştir. Liman dolgusunun altında herhangi bir kültür kalıntısının olup olmadığını kontrol etmek için küçük sondajlar yapan arkeologlar deniz seviyesinin yaklaşık olarak 6 metre altında bazı kültürel kalıntılara rastladı. Bu kalıntılar incelendiğinde Bizans dönemi eserlerine hiç benzemediği, başka bir kültüre ait oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine daha geniş alanlarda çalışmaya karar veren arkeologlar ele geçen kalıntıları Neolitik Çağ ya da bizim Cilalı Taş Devri olarak bildiğimiz, günümüzden 8.500 yıl öncesine tarihlenen ve insanoğlunun ilk defa yerleşik düzene, tarım ve hayvancılığa başladığı, çok önemli bir döneme tarihlediler. Yapılan araştırmalarda yuvarlak planlı küçük kulübelerden oluşan bir Neolitik köyün varlığı ortaya çıkarıldı. Ayrıca o döneme tarihlenen, bizim “Hocker” pozisyonu olarak isimlendirdiğimiz, anne karnındaki cenin pozisyonunda olan iskeletler ve bunların mezar hediyeleri ele geçti. Neolitik tabakaya ait en önemli buluntulardan biri de 3500’ün üzerinde çok iyi korunmuş ayak izinin belirlenmesi oldu. Bulunan ahşap, fildişi, kemik, deri gibi organik eserler ise Neolitik dönemdeki günlük yaşam hakkında önemli ipuçları vermekteydi. Neolitik buluntular İstanbul’un bilinen kuruluş tarihini MÖ 7. yüzyıldan MÖ 6. bin yıla taşımamızı sağladı. Yapılan kazılar sonucunda o dönemde Marmara Denizi’nin bir göl durumunda olduğu ve Neolitik insanların bu göl etrafına yerleştikleri anlaşıldı.

foto

Ada Kocabaş: Yenikapı Batıkları Projesi çalışmalarında antik dünyanın bilinen en büyük limanlarından biri sayılan Theodosius Limanı’na ulaşıldığını söylediniz. Peki, devam eden kazılarda o döneme ait kent yaşamına dair ne tür buluntu ve eserlerle karşılaşıldı?

Ufuk Kocabaş: Yenikapı kazı alanının batı kısmında yani bugünkü Samatya semtine yakın olan bölümde, limanın MS 4. yüzyılda kurulduğu döneme ait mimari kalıntılar ele geçti. Bu alanda sürdürülen arkeoloji kazılarda limanın mendireğine ait kalıntılar, rıhtım bölümünün bir parçası, deniz surlarının kalıntıları, limanın hemen dışına açılan gizli bir geçit ve limanla ilişkili çeşitli işlikler belirlendi. Limanın doğu tarafında ise 25’in üzerinde ahşap iskele kalıntısı ve iki adet taş iskele kalıntısı bulundu. Yaklaşık 58 bin metre kare alanda, sayıları altı yüz ile bin kişi arasında değişen işçi ve 50 kişilik uzman grubu ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından sürdürülen kazılarda, sayıları 100 bine ulaşan çok iyi korunmuş arkeolojik esere ulaşıldı. Milyonlarla ifade edilen kırık amfora parçaları ise limanın hangi ülkelerle ticaret ilişkisi içinde olduğunu gösteren en önemli kalıntılar olarak değerlendirildi. Kazı alanının en önemli buluntu gruplarından birini ise hayvan kemikleri oluşturuyordu. İÜ Veteriner Fakültesi tarafından on binlerce hayvan kemiğinin incelendiği osteoarkeoloji çalışmalarında ise 60’tan fazla hayvanın cins ve türü belirlendi. Kemikler üzerinde yapılan incelemeler bazı hayvanların yenilerek tüketildiğine dair izler taşımaktaydı. Özellikle at kafatasları incelendiğinde yük taşımacılığında kullanılan bu hayvanların zorlu koşullar altında çalıştırıldıkları tespit edildi. Atların sürülmesinde kullanılan gemlerin, hayvanların damaklarını delerek ölmelerine neden olduğu, bunun da liman içindeki ticaret hacminin yoğunluğu ve çalışma koşullarının zorluğuna işaret ettiği anlaşıldı.

Ada Kocabaş: 2005 yılından kazı çalışmalarının tamamlandığı 2013 yılına kadar 37 adet gemi batığına rastlandığını belirttiniz. Sonrasında bu gemi batıkları ile ilgili ne tür çalışmalar yapıldı?

Ufuk Kocabaş: Kazı alanında bir batık bulunduğunda yapılan ilk iş üzerinin koruyucu bir çadır ile örtülerek koruma altına alınması ve ıslak durumda ele geçen gemi ahşaplarının kurumasını engellemek için sprey sulama sisteminin kurulması olmuştur. İnce el aletleri ve su yardımı ile hassas bir şekilde kazısı gerçekleştirilen batıklarda detaylı belgeleme ikinci aşamayı oluşturmaktadır. Fotoğraf, foto mozaik, dijital çizim, görsel notların alınması gibi belgeleme çalışmalarının ardından gemi ahşaplarının demonte edilme çalışmalarına geçilir. Oldukça hassas, kırılgan, yumuşamış ve bünyesine suyu çekmiş olan gemi ahşaplarının dikkatli bir şekilde araziden kaldırılıp, yine ıslak şekilde depolanmasıgerekmektedir. Titiz bir saha çalışmasının ardından havuzlarda koruma altına alınan batık elemanları üzerinde bu defa gemilerin inşa teknolojisinin anlamamıza yönelik olarak detay incelemeleri gerçekleştirilir. Türkiye’de ilk defa İÜ uzmanları tarafından kullanılan bir digitizer cihazı ile 1:1 ölçekli çizimleri yapılan gemi parçaları, bir kez daha fotoğrafla belgelenir. Teknoloji incelemeleri tamamlanan gemi parçaları bizim konservasyon olarak isimlendirdiğimiz bir dizi koruma prosedürüne tabi tutulur. Yüzlerce yıl suyun altında kalarak bozulmalara uğrayan gemi ahşaplarına özel bazı kimyasallar emdirilerek sağlamlaştırılmaya çalışılır. Ahşapların kurutulmasında ise yine Türkiye’de ilk defa İÜ uzmanlarınca uygulanan dondurarak kurutma yöntemi kullanılır. Buradaki temel amaç her bir geminin müzede sergilenebilir hale getirilmesidir.

foto

Ada Kocabaş: Yenikapı batıkları bugün toplu olarak ele geçmiş en büyük tekne koleksiyonunu oluşturuyor. Son olarak bu koleksiyonla ilgili okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Ufuk Kocabaş: Bulunan her batık bir “zaman kapsülü”dür. Battığı döneme ait bütün bilgileri ve yaşanmışlıkları günümüze taşır. Bu nedenle batıklar geçmişi anlamanın en önemli kalıntılarından biridir. Yenikapı’da ele geçen ticari teknelerin dışında bir diğer önemli grubu bizim kadırga olarak isimlendirdiğimiz Bizans donanmasında kullanılmış kürekli gemiler oluşturur. Bir arkeoloji kazısında ilk defa bulunan bu kadırgalar kürekçilerin oturma düzeninden, geminin şekline kadar pek çok bilgiye ulaşmamızı sağlamıştır. Ayrıca yine İÜ Orman Fakültesi uzmanlarının gerçekleştirdiği ahşap analizleri gemilerin inşasında kullanılan bütün ahşap cinslerini öğrenmemizi sağlamıştır. Değişik disiplinlerden gelen onlarca bilim insanı, yüzyılın arkeoloji keşifleri arasında şimdiden yerini alan Yenikapı kurtarma kazılarında ve kazı sonrasındaki araştırmalarda görev alarak, yaşadığımız şehrin kadim geçmişini aydınlatmaya çalışmaktadır. Ben de bir bilim insanı olarak bu araştırmaların içinde yer almaktan, projenin bir parçası olmaktan büyük bir mutluluk duyarak, çalışmalarımı ekibimle beraber sürdürüyorum.

Ada Kocabaş: Verdiğiniz bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim.

Ufuk Kocabaş: Ada, bu sohbetten ben de büyük bir keyif aldım. Ayrıca ilk röportajını benimle yapmandan da büyük bir onur duydum. Umarım bu röportaj okul arkadaşlarının sualtı arkeolojisine ilgi duymasına aracı olur.